Taklitçilik Neden İyidir ve Öğrenmeye Etkisi Nedir?

Yazan: Ömür Doğan

Bir eğitimci olarak, hele de bir eğitim sosyoloğu olarak bana insanın veya insanlığın ilk öğrenme deneyimi nedir diye sorsanız vereceğim cevap insanlığın taklit ederek öğrenmeye başladığı olurdu. Böyle soruya böyle cevap verince de haliyle “taklit dediğin insandan evvel hayvanlarda da var” şeklinde bir itiraz gelirse, bu itirazı katkı sayar, yan cebime atarım.

O halde size kiminizin bildiği bir hikayeyi anlatayım:

Rivayete göre yerleşik hayata geçtiğinde, ki bilinen en eski yerleşik hayat benim bildiğim kadarıyla Şanlıurfa’daki Göbeklitepe’dir, insan  tarımla iştigal edermiş. Hatta yerleşik hayata geçmenin nedeni ya da kolaylaştırıcısı bizatihi bu tarımla uğraşma ve bazı bitki türlerinin evcilleştirilmesiymiş. Bitki türleri evcilleşince, bazı hayvan türleri durur mu? Durmaz, durmamış, haliyle onlar da biz de evcilleşmek isteriz deyivermiş ve bu iki evcilleşme mutlu mesut devam etmiş.

Böyle deyince hikaye bitiyor gibi duruyor ama durmuyor ve bitmiyor. İnsanın aklına, hadi bitki tarım yapmak için evcilleştirilmiş, bazı hayvanlar etinden sütünden yararlanmak için evcilleştirilmiş, hadi köpekler avcıymış, koruyucuymuş evcilleştirilmiş de bu kedilere ne olmuş da evcilleştirilmiş acaba gibi bir takım sorular geliyor.

Aslında kedilerin asil ve nankör olduğuna dair söylenti, bu soruların cevabıyla aynı kapıya çıkıyor. Kediler evcilleştirilmiş mi, yoksa kendi kendilerine mi evcilleşmiş? Ve hatta acaba kimilerinin iddia ettiği gibi ortada evcilleşme filan yok aslında da bize mi öyle geliyor? Yani sadece iki taraf da birbirini idare ediyor, kediler de insanlar da kendi söylediği yalana mı kanıyor acaba?

Bir arkadaşım bu hikayeyi çok daha güzel anlatırdı. Tarım başlayınca, tarım ürünlerini depolama da başlamış derdi ve devam ederdi: Tarım ürünleri depolanınca, onu saklarken en büyük düşman olan bilimum haşereden ve dahi fareden ve sair kemirgenden korumak gerekmiş haliyle. İnsan evladı bunu dert ederken, kediler tutmuşlar fareyi kuyruğundan getirmişler meydana yarı canlı bir halde. Yakalamışlar haşereyi getirmişler ortaya yarı ölü halde. Sonra beklemişler kediler getirdiklerinin başında. O başında beklerken, bu durumu görüp haşereden ve kemirgenlerden kurtulduğuna sevinen insanlar ödül olarak kapılarını ve sofralarını açmışlar kedi familyasına.

Rivayet bu ve belki muhtelif başka rivayetler de vardır. Onu bilmem. Bizi ilgilendiren kısmı için ise en başa dönüyoruz. Taklit ve canlandırma yapma insanlığın ve hayvanlığın en eski öğrenme biçimidir ve aslında kedinin yaptığı fareyi avladığını insana göstermek değildir. Kediler, önce bir fareyi (ya da haşereyi ya da her neyi ise) avlar, sonra onu yarı baygın halde ortaya getirip bırakırlar. Sonra başlarlar miyavlamaya, miyavlayıp yavrularını çağırmaya. Ortada duran avı gören yavru kediler, yarı baygın hayvan ile oynarken, rol çalışması yaparlar ve bu süreçten öğrenirler “kediler nasıl pataklanır ve avlanır?” konusunu. Yani kediler için bu süreç bir öğrenme ve gelişim alanıdır.

İnsan da on binlerce yıllık ilkel, binlerce yıllık yerleşik hayat tecrübesi içerisinde taklit etmeyi, kimi zaman yapılandırılmış çoğu zaman ise informal bir öğrenme yöntemi olarak hayatın içinde hep var etmiş. Geçen bir kariyer danışmanlığı oturumunda danışanım anlatmıştı, yazılım alanında artık program yazmak için programlar kullanılıyor ve bu sistemi yavaşlatıyor. Bir yazılım bilgisayarın çalışma prensibine ne kadar yakınsa, arada ne kadar az yazılım kullanıyorsa o kadar hızlı çalışıyor. Kahneman, Hızlı Düşünme Yavaş Düşünme kitabında insanlar için buna hızlı düşünme diyor ki daha çok bilincin dahil olmadığı süreçleri ifade ediyor. Merak edenler için yavaş düşünmenin bilinçle ilişkili olduğunu, buradaki yavaş ya da hızlının pozitif ya da negatif değil niteleyici anlamlara sahip olduğunu söyleyeyim.

Konumuza dönersek, taklit etmek ve bu anlamda düşünerek canlandırma yapmak, rol oynamak, insanlık için en eski öğrenme biçimi. Üstelik eski olduğu kadar da hızlı bir öğrenme sağlıyor. Çünkü insan sosyal bir varlık ve çevresiyle etkileşim içerisinde kendisini var ediyor ve öğrenme bir ilişkidir. İlişki varsa öğrenme vardır. Biraz karmaşık gelebilir ama yine de ifade edeceğim,  insanın kendini var etme biçimi, yani çevresiyle kurduğu ilişki aslında öğrenmenin de tanımı. Çevremizle kurduğumuz iletişim bizi var ediyor ve aynı zamanda öğrenme sağlıyor. Yani yaşamak öğrenmek demek, öğrenmek ise yaşamak.

Peki çevremizle nasıl iletişim kuruyoruz ve çevremiz ne demek? Her şey! Evet, aynen böyle, canlı ve cansız, insan ya da hayvan, bitki ya da eşya, her şey çevremiz demek ve insan her şeyle etkileşim halinde. Dolayısıyla biz aslında her şeyi taklit edebiliriz ve her şeyden öğrenebiliriz. Zaten tam olarak bunu yapıyoruz, taklit ediyoruz* ve öğreniyoruz da!

Bir insanda değişim yaratmanın en temel yolu bu yüzden onun çevresini değiştirmektir. Bir insanı bir şeye ikna etmenin en iyi yolu, o insanın o şeyi yapmasını sağlamaktır. Çünkü insan için ait olduğu çevre, kendisinden daha önemlidir. Çünkü insan çoğu zaman düşünüp davranmak yerine davrandığı şeye göre düşünür.

O halde eğitim tasarımında kalıcı öğrenme için insan nasıl öğrenir sorusunun kökenine inmek gerekiyor. Haliyle eğer insan taklit ederek öğreniyorsa, ona öğreneceği şeyi taklit edebileceği bir ortam sunmak gerekiyor. Eğer insanın çevresi değişince kendisi de değişiyorsa, eğitim sürecinde, insana içinde değişmek zorunda olacağı bir ortam sunmak gerekiyor. Eğer insan düşünüp yapmak kadar, hatta düşünüp yapmaktan çok yaptığı şeyi düşünüyorsa, eğitim tasarımında insana yapabilmenin koşullarını sunmak gerekiyor, ki biz buna yaşantı deneyim sunmak diyoruz.

Dramanın eğitimdeki yaratıcı etkisi tam da burada devreye giriyor. Değiştirilmiş bir çevrede, insan taklit etmek, rol oynamak gibi yollarla, yaşantı deneyimleriyle öğreniyor!

Evet evet, iyi haber bu, deneyimli bir lider tarafından iyi tasarlanmış ve yaratıcı drama atölyesi sonunda, insanlar öğreniyor! Daha iyi haber ise, bunun için tek yapmanız gereken bize ulaşmak!

Not:

Burada taklit etmek ile bir şeyin taklidi olmak arasında bir fark olduğunun altını çizmeliyim. Taklit etmek geliştirir, oysa bir şeyin taklidi olmak ya da taklidi olmaya çalışmak geriletir. Örneğin, pek çok yazarın gelişim sürecinde sevdikleri yazarların eserlerini olduğu gibi yazarak, yani taklit ederek kendini geliştirmeye çalıştığını biliyoruz. Taklit ediyorlar ve bu şekilde kendi üsluplarını bulup bu yeni üslupla kendilerini var ediyorlar. Dolayısıyla role girmek öğreticidir ama o role girilen şey olmak ve o rolde sabit kalmak çoğu zaman bırakın öğretici olmayı, geriletir bile. Daha somut olarak bir ayıyı taklit etmek öğreticidir, tüm hayatı bir ayı olarak yaşamak değil?