Müge Çevik ile Mutluluk ve İlişkiler Üzerine…

Mutluluk Kulübü, İlişkisi Var yazarı, Şapka Danışmanlık kurucusu Müge Çevik ile Tuğba Tolon mutluluk ve ilişkiler üzerine konuştu.
Mutluluk Kulübü ve İlişkisi Var kitabı yazarı Müge Çevik ile yaptığımız röportaja girişim ve çıkışım beni farklı bir ben yapmaya yetti. Kendisi konusunda çok uzman, çok zeki. Konuşmaya devam ettikçe gözlerinizin daha çok açıldığı, “Bunu ben niye daha önce düşünemediğim” dediğiniz birisi. Siz de yaşamınıza başka bir pencereden bakmaya, daha iyi hissetmeye, daha farkında olmaya, nerden nereye gittiğiniz görmeye hazırsanız haydi yolculuğumuz başlarsın alt satırlarda.
Mutluluk nedir?
Mutlululuğun bence bir tanımı var ama herkesin kendi tanımını yapması gerektiğine inanıyorum. Bence mutluluk öğrenilmesi gereken bir yolculuk hali, bir ruh durumu, hayatı karşılama şekli. Bir duygu değil mutluluk, bir durum aslında ve ben ona “ruh hali” diyorum, yani hayatı algıladığın zemin, taktığımız genel gözlük. Nereden gördüğümüzle alakalı, dolayısı ile aslında mutluluğun içinde hüzün de var, yas da var, bazen öfke, korku, negatif şeyleri de barındıran ama yukarıdan bir bilinç boyutu ile bakıldığında daha hızlı geçilebilen bir durum. Öğrenilmesi gereken adımları olan bir yolculuk.
Nedir o öğrenilmesi gereken adımlar?
İlk olarak farkındalık. Neyi fark edeceğim? Bedenimde olanı biteni fark edeceğim; bir hastalığım var mı, kronik bir şeyim var mı? Bedenim bana anlık, günlük o durumla ilgili bir şey söylüyor mu söylemiyor mu? Duygularım neler ve sürekli tekrar eden duygularım neler hayatta, döngülerim neler? Eşimden, patronumdan şikayetçi miyim, hep yorgun muyum, hep kendimi kullanılmış mı hissediyorum, haksızlığa uğramış mı hissediyorum, kiymetim bilinmemiş gibi mi hissediyorum? Bunları sorgulamam gerekiyor. Yoksa çok seviliyorum ama bir türlü o sevgiyi alamıyor muyum ?
Önce bedenimde de neler oluyor, sonra duygularımda neler oluyor ve düşünce yapımda zihnimde neler oluyor buna bakmam lazım. Sürekli beni negatifte tutan sürekli ben meşgul eden neler var, beni yolumdan alıkoyan negatif düşünceler neler? Öğrendiğim kalıplar neler?
Bu bütün adımlar içinde en zor olan aslında farkındalık adımı çünkü neyi neden yaptığımızı ve nerelerde yorulduğumuzu, neyin hayatımızda sürekli tekrar ettiğini aslında çok da fark edemiyoruz. Onu normal sanıyoruz, herkes öyle yaşıyor sanıyoruz, dolayısıyla biz ne normal ne değil ne standart dışı, hangisi kader, hangisi ben konularında kafamız karışıyor. Nasıl bunu anlayacağız? Bu noktada kişinin kendi ile ilgili, kendini kontrol edici sorular geliştirmesi gerekiyor. Şu an kendimden memnun muyum? Şu an bedenim gevşek mi, kasılmış durumda mıyım? Nefesim normal mi, değil mi? Zihnimde ya da duygumda beni rahatsız eden, şu an akışta olmamı engelleyen bir şey var mı ? Böyle sorularla düzenli olarak kendimizde bunları irdelemeyiz. Ancak buralara gelmeden önce ben hep şöyle söylüyorum “insan kendine kör”. O kadar çok kör noktamız var ki! Bunları farkındalık kaslarımızı çalıştırarak öğrenebiliriz. Farkındalık kaslarımızı çalıştırmak için de grup çalışmlarına katılabiliriz, profesyonel destek alabiliriz. Bu gibi destekler insana hayatı boyunca kaslarını nasıl çalıştıracağını öğretir. Aslında bir spor egzersizi gibidir.
Farkındalıktan sonraki adım niyettir. Bunu fark ettin de bunu neye dönüştürmek istiyorsun? Çünkü dönüştürebileceğimiz şey hayatımız değil, dönüştürebileceğimiz şey kendimiziz. Yani hayat aynı kalsa da algımızı değiştirebiliriz. İlla boşanmam gerekmeyebilir, illa iş değiştirmem gerekmeyebilir. İlla var olan düzene tekme atmam gerekmeyebilir. Ben değişirsem zaten bir sürü şey değişir. Ancak değişim çok da kolay bir süreç değildir. 21 gün yaptığın çalışma ile sadece zihninde yarattığın sorunu çözebilirsin; bunu buz dağının üstü gibi düşünebilirsin. Şöyle açıklamak gerekir ki var oluşun 4 boyutu var. Önce bir fizik ,sonra bir duygu, zihin bedenin ve ruhsal bedenin var. Şimdi diyelim ki bedeninde bir hastalık var. Bununla ilgili durumu zihin ile çözemezsin. Oraya eğilip çözmen lazım, o seviyede anlayıp sondaj yapıp çıkman gerekir. Mesela omuzunda bir ağrı var; ‘omuzum ağrımıyor, omuzumdaki yükleri bırakıyorum’ olumlaması ile omuzunun ağrısını geçiremezsin ya da zihinsel olarak imgeleme ile çözemezsin . Çünkü bu sıkıntıların hepsinin vermek istediği bir mesaj var. O mesajı çözüp, ne demek istediğini anlamadan, tercüme etmeden, o mesajin seni büyütmesine izin vermeden yani onu da cebine katmadan, onu da kapsamadan aşamazsın. Bu gibi çalışmalar bir şeyi desteklerken faydalı ancak dibte bir yerde o sorunu bulmadan, ne olduğunu çözmeden sorunun temizlenmiş olmaz. Günübirlik çözümler yaratmış yarana sadece pansuman yapmış olursun. Burada doğru teknik ile mesajı doğru tanımlamak gerekir. Çünkü omuzun ağrıyorsa aslında omuzun ağrımıyor, sana bir mesaj iletmeye çalışıyor. Öncelikle her duygunun çok kıymetli olduğunu bilmek lazım. Kişisel gelişim çalışmalarının çoğu duygular yokmuş gibi ya da olmamalıymış gibi davranıyor. Oysaki büyüme potansiyelinin hepsi negatif duygularda. Pozitif duygularla büyüyen yok. Aşık olursun acısını çekersen büyürsün, aşkı yaşarsan büyümezsin. O sevgi ile sınanırsan büyürsün. O negatifi alıp, dönüştürüp, o mesajı cebine koyup, öldürmeyen güçlendiriri yaşayıp, hayatına devam edersen büyürsün. Dolayısı ile burada niyet önemli. Başkası şöyle yapsın, hayatım böyle olsun üstüne niyetler kuruyoruz. Niyet çalışmalarının çoğu da yanlış. Şimdi niyet edebileceğim tek şey kendimle ilgili olabilir. Yani bu başıma gelen durumdan öğrenmem gerekeni öğrenmeye niyet ediyorum. Bu içinden geçtiğim süreçte daha netanetli olmaya niyet ediyorum. Şeklinde olmalıdır.
Niyet bir anda hayatım değişsin üzerine olmamalı, ki genelde yaptığımız bu oluyor. Ben değişmeyeyim, hayatım değişsin şeklinde çalışmıyor. Daha çok para kazanayım, güzel bir aşk yaşayayım, şöyle terfi alayım ile olmuyor.  Öncelikle o çok istediğin terfiyi neden istediğini anlaman lazım. Neden o ideal ilişkiyi yaratmak senin için önemli ve bugüne kadar neden yaratamadın, neyi eksik ya da yanlış yaptın? Neyi öğrenmen gerekiyor o ideal ilişkiyi yaratmak için bunu anlaman gerekiyor. O ideal ilişkideki kadın ya da erkek olmak için neye ihtiyacın var.  Bunu anlamadan o ilişki sana zaten gelmeyecek. Dolayısı ile o niyetin peşine irade koymalıyız. İrade olmadan o dönüşüm gerçekleşmez. O iradedeyi göstermeliyiz, o irade için rıza göstermeliyiz. Bütün bunları yaptık sonuç istediğimiz gibi olacak mı ? Bunun bir garantisi yok; o yüzden olana kabul göstermemiz gerekir. Şükretmeyi ve teslim olmayı öğrenmeliyiz. Mutluluğa giden yol farkındalıkla başlayıp teslimiyete kadar giden bir süreçtir.
Duygular bulaşıcı mıdır?
Evrende kütlesi olan herşeyin bir titreşim frekansı vardır. Bu bir fizik kuralıdır. Hepimiz bir radyo kanalı gibi yayın yapıyoruz, bir frekans yayıyoruz. Bütün duygu durumumuzun zihnimizden geçen her şeyin bir yayını var ve kalbizden geçen şeyin çapı dünyanin çapından daha büyük, dolayısı ile çok güçlü. Kalpten geçen şey duyguların frekansının düşüncelerin frekansından 5000 kat daha büyük olduğu ispatlandı artık. Dolayısı ile rezone oluyoruz. Etkileşiyoruz. Sadece yakın çevremizden değil kollektif olarak da etkileniyoruz. Şu an Türkiye’de yaşadığımız olayların, travmaların ve endişelerin içinde ne yapacağız? Kendi dengemizi korumaya çalışacağız. Eğer benim zeminim teflon olursa hiçbir şey yapışmaz ancak zeminim çok tırtırlı, pürüzlü ve kendi bitmemiş meselelerimle dolu olursa, etrafında her bitmemiş mesele benim zeminime takılacağı için beni negatife çok hızlı çekecektir. Kendimizi temizlemeye kendi bitmemiş meselelerimizi kapatmaya hep gayet edeceğiz ki biz de yakın çevremizde, toplumsal , hatta global olarak etrafımızı etkilemeyelim.
Biraz uzaklaşmak gerekiyor mu yoksa o da bir ders midir almamız gereken?
Eğer senin zemininde  o konu ile çözmen gereken bir şey varsa  ve o ders sana bir ayna ise nereye kaçarsan kaç aynısını başka şekilde bulacaksın. Yani bombadan, terörden kaçarsın ancak dersin ölümün varlığı ile yüzleşmek ise çok yakından birini küt diye kaybedersin. Dolayısı ile eğer o ders gelecekse hedefe kitlenmiş füze gibi nereye kaçarsan kaç gelecek. “Ben bundan kaçıyorum, yine bu beni nerden buldu?” diyeceksin ancak o püsküllü bela gibi, mutlaka seni bulacaktır. Dolayısı ile aslında kaçmak, halının altına süpürmek çözüm değil,  o işin içindeki büyüme potansiyelini görmek önemli.
Geçmişte yaşadığımız kötü ilişkiler bizi nasıl etkiler?
Bugün ne yaşıyorsak asla ve asla ilk kez yaşamıyoruz. Bugün yaşadığımız her duygu, her ilişki geçmişten getirdiğimiz bir ihtiyacın tekrarıdır. Biz bunu fark edene kadar, o ihtiyacı yetişkin tarafımızla gidermeyi öğrenene kadar bizi tekrar tekrar bulacaktır. Bizçoğu zaman, patron, sevgili, eş, çocuk, yakın arkadaş… Buralarda yaşadığımız ve bize zarar veren, “Bak yine aynı şey oldu” dediğimiz noktaları, anneden babadan, erken çocuklukta öğrendiğimizi ya da onu tekrar ettiğimizi bilmiyoruz. Bunun farkında bile değiliz. Aslında anneniz size çok iyi, ilgili davranmış olabilir ya da  babanız çok sevecen bir adam, çok iyi anlaştığınız biri olabilir. “Hiç babamla yaşamadım, şimdi neden kocamla yaşıyorum” diyebilirsiniz. Yani içinde bulunduğunuz durumu kendinizle özdeşletiremiyebilirsiniz. Bir anne ve babanın size verdiği var, ancak bir de çocuğun alabildiği var. Çocuğun kendi tarafında bildiği algıladığı var. Aynı ailenin içinde iki kardeşin bile aynı baba ile duygusu ve düşüncesi, yaşadığı hissi bambaşka. Bazı anne baba çocuklarına çok düşkün olabiliyor, çocuklardan biri “Ne kadar beni boğuyorlar, ne kadar ben olmama izin vermiyorlar” diyor. Aslında burda kilit nokta anne, babanın bize nasıl davradığından ziyade bizim hangi zeminle, hangi kapla onu aldığımızdır. Nasıl algıladığımız, o algı ve ihtiyaçlar bir ömür boyu devam ediyor. Biz uyanıp yetişkin tarafımızla artık bu ihtiyaç işlevsel değil, o gün oradaydı, bugün burada anlamlı değil diyip, o ihtiyacın bir başkası tarafından gidelirmesi beklemeksizin kendi içimizde giderip yetişkin tarafımızla piyasaya çıkana kadar bu böyle devam ediyor. Öbür türlü o çocukluktaki ihtiyacımız çocuk parçamızla orda park ediyor ve hep o ihtiyacın peşinde koşuyor. Ve o ihtiyacı asla ve asla bulamıyor; garanti edebileceğim tek şey bu. Çünkü bir çocuk o yaşta anne babasından görmediği bir şeyi sonraki yaşlarda başka bir yetişkinden alabilme şansı yok. Mesela, anne baba çocuğu bilmeden hiç fark etmeden mükemmel olmaya kurguluyor. Kıyaslama yapıyor , hep çocuğun potansiyelinin çok yüksek olduğunu daha iyisini yapması gerektiğini söylüyor. Şunu yapmalısın bunu yapmalısın, bak komuşunun kızı şunu yaptı… Abin böyle değil sen böylesin, daha çok çalışmalısın, matematik okumalısın, şu üniversiteye gitmelisin şöyle bir anne olmasın…. Şöyle bir yuva kurmalısın, böyle biri olmalısın, şu kadar para kazanmalısın… Anne, baba bunu tamamen çocuğun geleceği ile ilgili kendi kaygıları yüzünden yapıyor. Sanıyor ki çocuğu sürekli bir şeylere hazırlarsa hayatta daha mükemmel ve donanımlı yaparsa çocuk daha mutlu olacak ve yıkılmayacak ama bu kafa ile büyyen bir çocuk hayatın belli bir noktasında ben ne kadar yorgunum diyor. “Ben bu muyum,  bunu mu yapmak istiyorum, bu işi mi istiyorum?” diyor. “Kim söylüyor bana bu kadar para kazanmam gerektiğini, ben annem gibi bir anne olmak istemiyorum ki” diyor. Evet, çünkü belli bir yaşa kadar ben ne istiyorumu bilmeyip bir kabı doldurmaya çalışıyor kişi. Hep bir rolü, bir pozisyonu doldurmaya çalışıyor. Ve belki aslında ondan daha iyisini yapıyor ama algı hep bir şeylere yetişme çabası içerisinde. Dolayısı ile hayatın bir yerinde bir bakması gerekiyor. Yetişmesi gereken bir yer yok, “Ben zaten iyiyim” diyor. “Üstelik annem bana 5 yaşındayken bana bunu böyle yap diyordu artık 35 yaşındayım” ve “Anne ben bunu böyle yapabilirim”i idrak etmesi ciddi bir yolculuk ve bunu söylediği an  “Annecim sen de harika bir annesin ama ben de böyle bir anneyim“ davranışı ile gösterdiğinde annesinin eleştirileri de bitiyor. Çünkü o zaman annenin tavrı şuna dönüşüyor: “Bizim zamanımızda biz bunu böyle yapıyorduk ama siz gençler bizden ilerdesiniz”e getiriyor. Ve bunun nasıl dönüştüğünü kimse anlayamıyor. Çocuğunun rüştünü ispat etmesi ve onun birey olduğunu görmek istemesi  tüm anne babaların da istediği bir şey aslında. Biz bağlılıkla, bağımlılığı çok karıştırıyoruz. Bir sürü konuda ayrışamıyoruz. Oralarda biraz geçiş toplumu olmanın getirdiği bir şey de var. Maddi ve maddi olmayan konulardaki bağımızı doğru yönetemiyoruz. Maddi olarak çocuk bağlı olduğunda sanki manevi olarak daha da bağlı oluyor gibi geliyor anne babaya. Oysa ki, çocuk maddi olarak ne kadar aileden bağımsız olursa duygusal olarak o kadar sağlıklı bağımlı oluyor. Ama bu ikisi aynı şeymiş tek bir bağlılık modeli varmış gibi geliyor.
Neyi eleştirirsek ona dönüşürüz doğru mudur?
Eleştirdiğimiz için dönüşmüyoruz; bizde de aynısının olduğunu kabul edemediğimiz için eleştiriyoruz. Kabul edemediğimiz için de farklı bir şeye dönüşemiyoruz. Yani ben eğer yalan söyleme potansiyelimi kabul edemezsem, dürüstlüğün bir seçim olduğunu idrak edemem . Hiçbir zaman dürütlüğü seçemem ve mutlaka ve mutlaka yalan söylerim. Ben zaten o değilim dediğin için… Zaten dediğiniz hiçbir şeyin kendisini hiç zaman yapamıyorsunuz. Zaten biliyorum, zaten böyleyim, geçmiş olsun… Bir şeyi eleştirmek bende de aynısından olduğunu kabul etmemek veya aynısından bende olmasına izin vermemek. Dolayısı ile bu iki şey sürekli bir şey bastırmak demek. O bastırdığımız her şey de büyür. Bu da bir fizik kuralı. Efordur bu; bir şeyi sürekli bastırmak, normalde bir şeyi göstermeyeceği kadar büyük bir enerji ile patlar. Dolayısı ile yok  saydıkça büyütüyoruz.
İnsanın idrak etmesi gereken en temel şey hayat boyu başkalarına muhtaç olduğudur. Doğduğum andan itibaren bir bedenden ayrışıyorum ve ölüp bir bütünle birleşene kadar bir olana kadar hayat bir yolculuk ve bu yolculuk içinde bütün hikaye resmin nasıl olduğu ben ve ben olmayan arasındaki ilişkiye yüklediğim anlamdan çıkıyor. Mutlaka ve mutlaka bir ben olmayanla temas ediyorum. Bu ben olmayan önce annem, babam, bazen bedenim çünkü bedenim de ben değil, ona da dışardan bakabiliyorum. Bedenime de şahitlik edebiliyorum. Selülit olmuşum, vücudumda ödem var, ellerim terledi. Bedenimi de dillendiriyorum. Duyguma baktığım zaman korktum, üşüdüm canım acıdı diyebiliyorum. Hissedebiliyorum, benden bağımsız bir duygu dünyam var. Gene benden bağımsız bir zihnim var, “Yok ya, bu fikir nerden geldi aklıma?” diyebiliyorum. “Yok ya, yalan söylememiştir, şeytan soktu aklıma” dediğim, sorguladığım gene benden bağımsız çalışan durduk yerde aklıma gelen, yolda yürüken aklıma gelen gene benden bağımsız çalışan bir şey var. Ve ben bütün bunlardan çok daha fazlasıyım aslında. Bir sevgilim var, arkadaşım  var, patronum var, kardeşim var akrabalarım var, para diye bir şey var, zaman diye bir şey var. Çok göreceli ancak bir tanrı var, inanıyım inanmıyım, adına her ne dersem diyim. Bir şey var, bi mekanizma var. Sonuç olarak bütün bunlarla bir etkileşimim var benim  ve bütün hayat dediğim şey bu ikisi arasındaki hikayeden ibaret. Hayat iyi geçsin geçmesin, bendeki bu duygusunun, ağzındaki tadın buruk ya da ekşi olduğu bu etkileşimden kaynaklanıyor. Yoksa insanın hiçbirşey ile etkileşimi olamadan bir hayatı yok ki. Dolayısı ile insan önce bunu anlamalı, ben ve ben olmayan arasındaki paylaşımla var olduğunu ve var olabilmek için ben olabilmek için ben olmaya çok muhtaç olduğunu anlamak zorunda. Çünkü sınırımı çizdiğimiz yer burası. Kadınım dediğim zaman erkeklerle sınırımı çiziyorum cinsiyet olarak. Beyazım dediğim zaman zencilerle çiziyorum. Boyun 1,70 dediğim zaman, 1,70 olmayanlarla sınırımı çiziyorum. Evliyim, bekarım, Türküm, Orta Asyalıyım… Kendimi tanımladığım bir sıfatla bir ben ve ben olmayan yaratıyorum. Domastesi sevmem değim zaman bile domastesi sevenlerle ile sınır çiziyorum. Çok dürüstüm dediğim zaman dürüst olmayanla sınırımı çiziyorum. Herşeyle bir sınır çiziyorum ve bu sınırları ne kadar güçlü ve ne kadar altını kalın çiziyorsam golleri hep ordan yiyiyorum. Her devlet sınırı nerden çizerse cephe ordan açılır, savaş ordan çıkabilir, tehdit ordan gelebilir. Dürüstüm dediğimde, tehdit hayat boyu dürüstlüğümü anlamak ve olarada dürüst olmamak potansiyelin hayatın barındırdığı üzerinden gelir. “İlişkisi Var” kitabımın amacı inanların bunu anlaması. Kötüye ihtiyacımız var iyi de kalabilmek için; mutsuzluğa ihtiyacımız var, mutluluğu öğrenebilmemiz için. Ben olmayana ihtiyacımız çok var, ben olabilmek için. Ben olmayansız bir ben yok ki. Başka bir dinin olmadığı dünyada İslamiyette yok. Ya hep, ya hiç bu kitap. Hep bir şeyi parçasısın ve o bütünü çok büyük etkileyen bir parçasın aslında bunu anladığın zaman dönüşüyorsun ve sen dönüştüğüne dünya da dönüşüyor, değişiyor. Çünkü baktığın yer değişiyor çünkü bir tık yukardan bakıyorsun hayata . Dünya bu hikaye budur aslında.